Ana içeriğe atla

Korkuyu Beklerken Kitap Tanıtımı ve İncelemesi

 Korkuyu Beklerken

Yazar: Oğuz Atay
Yayın Tarihi: 1975
Tür: Öykü Derlemesi
Sayfa Sayısı: 196

Kısa Tarihi:

    Beyaz Mantolu Adam, Unutulan, Korkuyu Beklerken, Bir Mektup, Ne Evet Ne Hayır, Tahta At, Babama Mektup ve Demiryolu Hikayecileri olmak üzere sekiz hikayeden oluşan bir derleme kitabıdır. İlk romanı Tutunamayanlar ile ses getiren Oğuz Atay'ın öyküleri de romanlarından geri kalmıyor. Her bir hikaye derinliği, zenginliği ve eşsiz dili ile insanı alıp götürüyor. Nereye mi? Her yere. Zaman zaman zihnimizin çatı katına, bazen adı unutulmuş bir demiryoluna, bazense bir cami avlusuna dilenmeye... Kitaba da adını veren hikaye Korkuyu Beklerken'in gizli mezhep muzdaribi kahramanı kadar korkak, umutsuz ama inatçı bir aşık kadar saplantılı oluveriyoruz kitabı okurken. Sayısız türde sayısız canlandırma ve uyarlamalara konuk olan bu hikayeler hakkında hadi biraz daha ayrıntılara geçelim.

Kitabın Konusu:

    Her hikayede ayrı bir olay örgüsü var. Ancak kitabın genelinde bir kafa karışıklığı hakim. Bunu her hikayede farklı boyutlarda gözlemliyoruz ama her hikayede de inkar edilemez ölçüde. Kaç defa okunursa okunsun tam olarak anlaşılamayacak eserlerden biri. Ayrıca kitabın genelinde yazım, noktalama, anlatım bozukluğu hakim. İlginçtir ki bunlar sıkmıyor okuyucuyu. Sürekli bir merak unsuru çekiveriyor hikayelerin içine. Kafa karışıklığı, pişmanlık, çaresizlik... Bütün bunlar belki de olabilecek en iyi şekilde ifade edilmiş her birinde.
    Şimdi de kitabı okurken aldığım notlardan yola çıkarak hikayeler hakkında düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.

Beyaz Mantolu Adam

    Kitabın ilk hikayesi olan Beyaz Montolu Adam kitabı anlayamayacağımı düşündürdü bana. Çünkü alışık olduğumun aksine çok karmaşık bir anlatım vardı. Karakteri anlayamadım, olayları anlayamadım... Mantoyu aldıktan sonra onu takip eden kalabalığın bir şeyi temsil ettiğini anlayabiliyordum mesela. Ama ne? Onu bulamadım ve problemli bir giriş yaptım kitaba.
    "Okuyucunun düşündüğü gibi yazıyor." diye düşündüm ilk olarak. Bence Oğuz Atay'la tanışmak için iyi bir hikayeydi. 
    Hayatta hep kaybetmiş, tkenmiş bir adam anlamsız denebilecek hareketlerle, şans eseri yaşıyor. Tesadüf mü debir, şans mı bilmiyorum; rastgele mekanlarda rastgele insanlarla hep. Ne kadar anlamsız bir cümle,değil mi? En çok dikkatimi çeken şey hiçbir çaba veya girişim olmaksızın kumaş dükkanında çalışmış olması. 
    Hiçbir faaliyette bulunmayan bu adam gittiği her yerde sadece yarım yamalak görünüşü ile yargılanıyor, her yerde farklı varsayımlarla yeni bir kişiliğe bürünüveriyor. Sadece elalem ne derse o oluyor. 

Unutulan

    Dağınık başlaan bir hikayeydi. Parçayla bütünlük sağlamayan cümleler ilgimi çekti. Anlatıcının kim olduğunu anlamakta zorlandım. 
    En zevk aldığım hikayelerden biriydi. Herkes kendi tavan arasında ölü anılarıyla böyle karşılaşıyor işte. Tam da düşünüyordum, tam aklımdan geçiyordu, az sonra yapacaktım. Hayran kaldım kafa karışıklığının ve geç kalmışlığın aktarıldığı dile. 

Korkuyu Beklerken

    Bu kitap, özellikle bu hikaye ciltlerce romana bedel demiştim. Gerçekten öyle. Bu hikayedeki anlam yoğunluğu ciltlerce verilemiyor. 
    Parantezler hikayenin en önemli unsurlarından biriydi. Kendim düşünüyormuşçasına içselleştirmemi sağladı. Arka planda ne olduğunu okumuş olduk. belki bu düşündüklerini yansıtmıyordu. Çok farklı bir bağ kurmamızı sağladı karakterle. 
    Bir yerde Oğuz Atay'ın Tutunamayanlar'da sayfalarca hiç noktalama kullanmadığını duymuştum. Ama bu hikayede özellikle virgül ve noktalı virgül kullanmış. Sanki bilerek yapmış gibi geldi bana. İki yöntem de duygu ve düşünceleri aktarmak için çok etkili.
    Karakterin özellikleri tespit edilemeyecek gibi değil zaten. Ölüm gelene kadar ölümü bekleyen, pişman, tükenmiş bir adam.
    Sonu tam bir şoktu. Bu kadar hızlı toparlanmasını beklemiyordum. Ama daha iyi olabilir miydi? Bence hayır. Ama bitmiş de kabul etmiyorum. Kendi alternatif sonlarım var.

Bir Mektup

    Bu hikayedeyi çok yoğun bir şekilde Zweig eserlerine benzettim. 
    Gönderilmemiş bir mektup olduğunu hatırlamak gerekiyor hikayenin sonunda. Metup yazılan adam yazara ekstra bir ilgi göstermiyor. Kafasında kurmuş her şeyi sanki. Bunları yazmasının amacı ne ki? Varsa da ben göremedim açıkçası. Özsaygı vs. bahsi geçmeyecek kavramlar. Karakter, hayatıve çevresindekiler için gerçekten üzüldüm ve anlamaya çalıştım ama önceki hikayeler gibi bir yakınlık besleyemedim bu hikayede.

Ne Evet Ne Hayır

    Hikayenin başında Dr. Akın Korkmaz'ı uzun uzun tanıtmasının açıklamasını onu kendiyle özdeştirdiği şeklinde yaptım kendime. Ama sanli kendi düşüncelerini yazmış da sonra Akın Korkmaz kmliğiyle üstünde düzeltmeler yapmış, kendini ezmek istemiş gibi bir düşünceye de kapıldım. Belki ikisi de çok alakasız şeylerdir. Bu bana diğer hikayelerinde kimlerden esinlediğini çok merak ettirdi. Sanki bütün bunları öğrensem hayatın anlamını bulacakmışım gibi hissediyorum an itibariyle. 
    Dr. Akın Korkmaz'ın yorumları beni çok güldürdü. Bilemiyorum belki de gülmemeliyim. Siz ne diyorsunuz?
    Cevap hayır. Bu hikayenin sonunda düşündüğüm şey benim açık cevapları görmeyen M.C. mi yoksa bir dikiş tutturamayan F.G. mi olduğum. 

Tahta At

    Çok çok karışık bir hikayeydi. Kim kime ne diyor hikaye boyu anlamadım yine. Artık buna alışmış olmam gerekiyor sanıyorum ama kritik noktalarda sayfaya büyük harflerle "SEN KİMSİN?" yazmaktan alıkoyamadım kendimi. Sanki Oğuz Atay da bilmiyormuş yazarken. 
    Komik çabalar, gereksiz tartışmalar ve bir tahta at meselesi çok iyi anlatılmış. Hiçbir önemi olmayan ama anlamı her şey olan bu tahta kaplamalı beton at meselesi ancak böyle bitebilirdi. 

Babama Mektup

    İlk cümlesi o kadar ağır geldi ki kitabı elime alamadım uzun zaman. Karakterin psikolojik tahlillerini yapmak bana düşmüyor. ama eski kelimelerin abartılı bir şekilde kullanımı vs hep ulaşılmaz bir figüre olan özlemden kaynaklı gibi geldi bana. Hissetmeden yaşamaya olan istek beni çok düşündürdü.
    Edebiyata yansıyan baba algısı da bu hikaye üzerinden tartışılabilir. Başka bir yayında daha ayrıntılı işleyeceğim bu konuyu.

Demiryolu Hikayecileri - Bir Rüya

    Diğer hikayelerine benzemiyordu. Akıllı bir adamı hezeyan ve kafa karışıklığına sürükleyen sürece odaklanmış bu sefer. Halbuki önceki hikayelerde iş işten geçtikten sonra neler yaşandığını okuyorduk. Bu sefer sessiz ve çaresizce iş işten nasıl geçiyor, nasıl da elden bir şey gelmiyor, onu okuduk. 
    İnsanın kalbini kıran bir hikayeydi. Genç yahudiyi tedavi edemeyen maddelerin nasıl da onu sefil ettiği... 
    Kısacası beklediğimden kısa, farklı ama çok ağır bir hikayeydi. Açık açık kendinden bahsediyor oluşu ve trenlerin uğramadığı bir istasyonda elinde sepetleri yapayalnız kalışı çok gerçekti.

Altını Çizdiğim Yerler:

    Bütün kitabı boyaya batıracak gibi oldum cümlelerin altını çizerken. tek cümleyle anlam bütünlüğünü sağlayamayan cümleleri -hemen hemen hepsini- koymayacağım ki size bir anlam ifade etsin.
  • "Bilmiyorum, bazen karıştırıyorum; özellikle de başımda uğultular olduğu zamanlar." (sf.28)
  • "Yalnız kalmaktan korktukça yalnızlığım artıyor."(sf.37)
  • "Aman Allahım! Ya eşya bir gün delirirse? Her şeye rağmen salonun kapısına henüz güveniyordum." (sf.38)
  • "Her davranışımın yarısında, başka bir heyecana kaptırıyordum kendimi."(sf.41)
  • "İyi şeyler birdenbire olur; bu kadar bekletmez insanı." (sf.42)
  • "Her zaman vakti olanlara saygı duyulmaz." (sf.43)
  • "Uyku, zamanımın dörtte birini, dakikaları saymadan geçirmemi sağlıyordu." (sf.44) 
  • "Başlayıp da yarım bıraktığım bir sürü teşebbüs, evin her tarafına dağılmıştı." (sf.57)
  • "Günlük tutmalıyım, hiç olmazsa düşüncelerimin gelişimini veya çöküşünü izlemeliyim." (sf.61)
  • "Nerede kaldığımı unuttuğuma göre, baştan başlamak için de birtakım yetenekler gerekliydi; daha talihli doğmuş olmak gerekliydi mesela. Yeni bir dil öğrenebilmek için, hiç dil bilmemek gerekliydi." (sf.62)
  • "Resim yapmayı becerebildiğim halde, resmini yaptığım şeyi bir türlü sevemediğim için, resimler biçimsiz olmuştu, yarım kalmıştı."(sf.64)
  • "Mutlak bir ümitsizliğe düşmek istedim. Belki tam düştükten sonra çıkmak kolay olurdu." (sf.64)
  • "Babam öldükten iki yıl sonra bir akşam üzeri, biraz üzülür gibi olmuştum. Bazı kitapların da yıllar geçtikten sonra anlamlarını sezmeğe başlamıştım." (sf.66)
  • "Ne olurdu benim de kelimelerim olsaydı. Binlerce yıldır söylenen milyonlarca sözden hiç olmazsa biri, beni de içine alsaydı." (sf.66)
  • "Yalnızlığımın yalnız bana zararı dokundu." (sf.79)
  • "İyiliğin hissedilmesi için bilerek ya da bilmeyerek kötülük ediliyordu." (sf.85)
  • "Neden bir şeyi elde etmenin anlamı kalmayıncaya kadar, onu vermemekte inat ediyorsunuz?" (sf.95)
  • "Fakat, her zaman olduğu gibi, daha önce kafamda çok kurduğum için, bu hayalim de gerçekleşmedi." (sf.97)
  • "Fakat muhterem efendim, bilemezsiniz süreklilik ne kadar zor bir şeydir." (sf.110)
  • "...insan, üstün yeteneklerinden kurtuldukça sanki daha üstün oluyordu." (sf.114)
  • "İnsanların 'hayati öenm taşımakta' olan durumlarda bile kötü plakların diliyle, hiç de hissetmedikleri sözleri etmesi nedense bana çok acıklı geliyor." (sf.139)
  • "Allahım, sen bizim elimize kudret verme."(sf.159)
  • "Yakın tarihimizi ve kültürümüzü ve edebiyatımızı ve sanatımızı ve imalatımızı ve siyasetimizi kemiren bu tahta at zihniyeti, bu elem verici zavallı görünüşüyle bizi daha ne kadar tahta nalları altında inletecektir?" (sf.163)
  • "Sessiz faziletlerin heykeli dikilmiyor ya da onun gibi bir şey." (sf.175)
  • "Senin anlayacağın babacığım, züppe olarak nitelendirdiğin insanların, iç sahteliklerini örtemk amacıyla giriştikleri kibarlık çabaları içindeyim sanki." (sf.178)
  • "Ben buradayım sevgili okuyucum, sen neredesin acaba?" (sf.196)
    Çok alıntı var ve hepsi hakkında çok şey söylemek istiyorum. Yayın başına bir alıntı hakkında yazdığım bir seri başlatmayı düşünüyorum. Bu konu hakkındaki düşüncelerinizi benimle paylaşırsanız sevinirim. Her hikayeyi de ele almak istiyorum ayrı ayrı. Bu kitabı anlamak, yaşamak istiyorum. Umarım benimle benzer duygularla okumuşsunuzdur. Sonraki yazılarda görüşmek üzere. 

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Karalama 1

  10.08.2014 Evim. Sonunda… Her gün hiç bitmeyecekmiş gibi. Ama evime geldiğimde hiç yaşamamışım sanki. Bunu da her gün söylüyorum değil mi? Bütün gün eğilmesin diye çubuklara bağlanan ağaçlarmışçasına zavallıca dimdik dolaşıyorum. Takım elbisem buruşmasın diye oturup kalkarken dikkat ediyorum. Kalabalık sofralarda herkese laf yetiştirirken bir de üstüme dökmemek için çabalıyorum. Aman Allah’ım, rezaleti düşünebiliyor musun? Gerçekten zavallı bir durum insanlığın bu hali. Herkes birbirine gereksiz şakalar yapıyor. Allah’ım ne kadar nefret ediyorum kendimden şakalarına gülerken. Eskimiş kelime oyunlarını dönüp dönüp aynı çevrelerde pazarlıyorlar. İkiyüzlü bir insanım bunlara güldüğüm için. Hiç belli etmiyorum ama, fevkalade bir yalancıyım ben. Bugün birini işe aldım. Heyecanlı, tecrübesiz, şaşkın bir genç. İlkelerinden ne kadar da komik bahsediyor. İş hayatında birbirlerinin arkasından iş çeviren, affıma sığınarak, terbiyesiz insanlar tanımış. Ciddi bir suratla ona hak verirken iç

Buz Adam Ötzi

             Buz Adam Ötzi Hakkında Her Şey                                                                                   Buz Adam Ötzi Kimdir? Buz adam Ötzi 19 Eylül 1991’dedağcılar tarafından bulunmuştur. Öncesinde ölü bir dağcı sanılsa da kurtarma operasyonlarının 23 Eylül tarihinde tamamen başarıya ulaşması sonucu günümüzden 5300 yıl önce Bakır Çağı’nda bedenini buzda donan tarihin en iyi korunan mumyalarından olduğu anlaşılmıştır.  Bilim insanları Ötzi üzerinde yaptıkları araştırmalarda nereli olduğuna, neden öldüğüne, geçirdiği hastalıklara, yediği son yemeğine, yanında bulundurduğu eşyalara ve vücudundaki dövmelere bakarak yaşadığı dönemin sosyal ve kültürel özelliklerine ulaşabilmektedirler.  Ötzi ismini bulunduğu vadiden almıştır(Ötzal Alpleri). Buz Adam Ötzi Nasıl Bulundu? Günümüzden 20 yıl önce Avusturya-İtalya sınırında Alp Dağları’nda yürüyüşe çıkan iki Alman turist, son zirveye de çıktıktan sonra daha kestirme bir yerden dönmek isterler. Buz halindeki bir dere yata