Ana içeriğe atla

1984 Kitap Tanıtımı ve İncelemesi

1984

Yazar: George Orwell
Yayın Tarihi: 1948
Tür: Bilim Kurgu, Distopya, Klasik
Orijinal Adı: Nineteen Eighty-Four
Çeviri: Celal Üster
Sayfa Sayısı: 348

Kısa Tarihi: 

    George Orwell bu kitabını Hayvan Çiftliği'nden sonra, siyasi açıdan zor zamanlarda yazmıştı ve üstelik de hastaydı. Gerek hastalığının gerekse çevresel koşulların etkisiyle kitabı 1946'da başlamasına rağmen ancak 1948'de bastırabildi. Yayınladığı tarihin son iki sayısını değiştirerek adlandırmış kitabını. Kitapta anlatılan toplumsal düzene "Büyük Gözaltı" denmektedir. Bunu  hakkında pek çok önemli yazar da önemli yorumlarda bulunmuştur. "Çiftdüşün", "Bellek Deliği" gibi insanı hayrete düşüren unsurlara daha sonra da değineceğiz. 

                                     1984 by George Orwell, Paperback | Barnes & Noble®

Kitabın Konusu:
     Devrim'den sonra senelerce Parti tarafından dayatılan düşünceler insanlık dışı yöntemlerle herkese kabul ettirilmiştir ve artık kimse Parti'nin söyledikleri dışında hiçbir şey bilmemektedir ve Parti tarafından söylenen her şey doğru sayılmaktadır. Parti'nin doğruluğundan şüphe eden herkes de "buharlaştırılarak" yok edilmektedir. Bu işlem için "Düşünce Polisi" denen gizli ajanlar her gün her saat insanları gözetlemektedir. Bunun için "tele-ekran" denen çift yönlü televizyonlar her Parti üyesinin evinde vardır ve herkes gözetlenmektedir. Tarih durmaksızın devlet kurumlarında çarpıtılmakta ve Parti övülmektedir. "Gerçek Bakanlığı" denen devlet kurumunda her gün kitap ve yayınlar düzeltilmekte(!) ve yeniden yayımlanmaktadır. Kitabın baş kahramanı Winston Smith'in deyimiyle: "...sahtekarlığın kusursuz olması için çabalanmaktadır." Düşünce özgürlüğü gibi bir kavramın ortadan kalktığı ve düşünceyi kısıtlamak için yeni bir dil de oluşturulmaktadır. Bu sayede partiye karşı bütün olumsuz düşünceler ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır. Çünkü Parti'nin dediğine göre eğer aykırı davranışları belirtecek kelimeler olmazsa böyle bir şeyi düşünmek bile imkansız olacaktır. Bu "Yenisöylem" denen dilde "bağnaz" kelimesi bile "derindüşünür" olarak ifade edilmektedir. 
    Kısacası insanların düşüncelerinin Parti'nin çıkarları doğrultusunda manipüle edildiği bu çağda baş kahramanımız Winston Smith'in aklındaki soru işaretleri kendilerini göstermektedir ve Winston'un Parti, rejim ve baskı karşıtı hareketleri nedeniyle girdiği işler karışmaktadır. 

BU BÖLÜMDEN İTİBAREN KİTABIN SONUYLA İLGİLİ BİLGİLER VARDIR. KİTABI OKUMADIYSANIZ DEVAM ETMEYİN!


Karakterler:

Winston Smith: Kitabın baş kahramanı olan Winston Smith mutlak egemenliği sağlayan "Parti"nin düşün rütbeli bir işçisidir. Yani bir "Dış Parti" üyesidir. Düşünce özgürlüğünün olmadığı bir dönemde Parti'nin gerçekeleri çarpıttığını fark eder ve Parti karşıtı hareketlere kalkışır. 

                                                        Winston Smith - Home | Facebook

Julia: Kitap boyunca Julia'nın soyadından bahsedilememiştir. ünlük yaşamında bir Parti fanatiği gibi davranmasına rağmen aslında gizli ve tehlikeli bir hayatı vardır. Julia sığ görüşlü bir karakter olmakla beraber o da Parti'ye karşıdır ve Parti sevgi gibi duygulara da izin vermezken Winston'la tehlikeli bir aşk yaşamaktadır. Parti'ye baş kaldırmanın, isyan etmenin ve onu devirmenin imkansız olduğunu düşünerek sadece kendi hayatını heyecanlı ve mutlu yaşamak için rejime karşı gelir ve gizli hareket eder.

                                                                1984 : KARAKTER ANALİZİ

Büyük Birader: Parti'nin et ve kemiğe bürünmüş halidir. Parti'yi sembol eder ve Parti var olduğu sürece yani sonsuza kadar var olur. Tele-ekranlarda sürekli Büyük Birader propagandaları yayınlanmaktadır ve her yerde "Büyük Birader'in gözü üstünde" yazan afişler asılıdır. 

                                                              Big Brother (Nineteen Eighty-Four) - Wikipedia

Emmanuel Goldstein: Kardeşlik adlı Parti karşıtı gizli bir örgütün başıdır. Parti'ye aykırı hareketler düzenler ve uzun vadeli planları vardır.

                                            Emmanuel Goldstein by Kvezal on DeviantArt

O'Brien: Kitabın başından beri tanıdığımız bir karakterdir. Dostça bakışları Winston'ı her zaman etkilemiştir. Ne olursa olsun Winston ona karşı hep bir sempatiyle yaklaşır. Sonrasında O'Brien'ın Kardeşlik denen Parti karşıtı, varlığından bile emin olunamayan bir örgüte üye olduğu anlaşılır. Winston ve Julia da bu örgüte katılmak ve davaları için gereken her şeyi yapmaya hazır olduklarını söylerler ancak anlaşılır ki O'Brien aslında Winston ve Julia gibi aykırı insanları tespit eden bir İç Parti üyesidir. Diktatörlük, devrim ve Parti hakkındaki inanılmaz düşünceleriyle Winston'a işkence eder ve Parti'nin doğrularını kabul ettirmeye çalışır. 

                                                                O'BRIEN: Finding Fulfillment in Our Limitations

Mr. Charrington: Proloterler denen alt tabakanın yaşadığı mahallelerden birinde dükkanı vardır. Winston buraya sık sık uğrar ve eski, bazen anlamsız ama büyüleyici eşyalar satın alır. Kitabın ilerleyen bölümlerinde Winston burada tele-ekran olmayan eski bir oda kiralar ve Julia ile burada buluşur ve Parti karşıtı ve Kardeşlik yanlısı düşüncelerini burada açığa çıkarırlar. Ancak aslında Mr. Charrington bir düşünce polisi ajanıdır ve söyledikleri ve yaptıkları her şey odadaki gizi bir tele-ekrandan dinlenmiştir. 

                                                        Mr. Charrington in 1984 - Chart

Altını Çizdiğim Yerler:

  • "Küçük kurallara uyarsan, büyük kuralları çiğneyebilirdin." (sf.144)
  • " Kimi yenilgiler kimilerinden daha iyi olabilir, o kadar" (sf.150)
  • "Parti'nin yaptığı en korkunç şeylerden biri de, sizi içgüdülerin, duyguların hiçbir işe yaramayacağına inandırmak, ama aynı zamanda sizi maddi dünya karşısında tümden güçsüz kılmaktı." (sf.181)
  • "Ama amacınız hayatta kalmak değil de insan kalmaksa, sonuçta ne fark ederdi ki?" (sf.183)
  • "Dairedeki herkes gibi o da,sahtekarlığın kusursuz olması için çabalıyordu." (sf.199)
  • "... savaşın amacı ise her zaman, verilecek başka bir savaşta daha iyi konumda olmaktan başka bir şey değildir." (sf.204)
  • "Hiyerarşik toplumun varlığı, uzun sürede, ancak yoksulluk ve cehalete yaslanarak sürebilirdi." (sf.206)
  • "Ayrıcalıklı kesime bile sıkıntı çektirmek, bilinçli bir tutumun sonucudur; çünkü genel bir yoksunluğun hüküm sürmesi küçük ayrıcalıkların önemini artırır ve böylece bir kesim ile öbürü arasındaki farkı büyütür." (sf.207-208)
  • "En iyi kitaplar insana zaten bildiklerini söyleyen kitaplardır..." (sf.217)
  • "Uygarlığın bedeli eşitsizlikle ödenmişti." (sf.221)
  • "Genellikle kavrayış ne kadar fazlaysa, yanılma o ölçüde fazladır. Zeka ne denli fazlaysa, akıl o ölçüde azdır." (sf.233)
  • "Akıllılık çoğunluğa bakılarak ölçülmez." (sf.235)
  • "... çünkü halk kitleleri özgürlüğü kaldıramayan ya da gerçekle yüzleşemeyen, dolayısıyla kendilerinden güçlü birileri tarafından yönetilmesi ve sistemli bir biçimde aldatılması gereken zayıf, korkak yaratıklardı." (sf.283)
  • "Kimse devrimi korumak için diktatörlük kurmaz; diktatörlük kurmak için devrim yapar." (sf.284)
  • "İnsanoğlunun bilincinde olmadığı hiçbir şey var olamaz." (sf.286)
  • "...bir şeyi gizli tutmak istiyorsan onu kendinden de gizlemen gerektiğini anlıyordu." (sf.303)
  • "Onlardan nefret ederek ölmek, özgürlük buna denirdi işte." (sf.303)
  • "2 + 2 = 5" (sf.313)
                                    Part 2 Chapter 1: Julia handed Winston a note, he quickly read it ...
    

        Şimdi de kitap hakkındaki kişisel düşüncelerime geldik.
 

      "Çiftdüşün" İşlemi

      George Orwell'in insanları dehşete düşüren bu distopyasında herkesin "ustalıkla aptallaşması" anlamına gelen "çiftdüşün" yöntemi gerçekten akıllara durgunluk veriyor. Bir Yenisöylem kelimesi olan "çiftdüşün" aslında "gerçeklik denetimi" anlamına geliyor. Parti'nin sadece kendi gerçekelerini kabul ettirmesi ve geçmişin tamamen çarpıtılmasını ve yalanlaştırmasını sağlayan bu yöntem insanların gözlerine perde çekmesini gerektiriyor. Bu yöntemle kendine başarılı bir şekilde yalan söyleyebilen kişi kendine söylenen her şeyi kabul etmeye eğimlidir. Bu yöntemi başarıyla uygulayan biri Parti'nin her dediğini kabul eder ve aksini iddia eden her türlü veriyi reddeder. 
    "Çiftdüşün" gibi karmaşık bir kelimeyi anlatabilmek için gerçekten de geniş bir bakış açısına sahip olmak gerekiyor. Orwell bu kelimeyi de harika açıklayarak bir kere daha kendisine hayran bıraktırıyor. 
    Aslında ne kadar yanlış ve korkutucu olsa da günümüzde bunu yapıp yapmadığımızı düşündüm kitabı okurken. İnsanların her zaman bir şeye inanmaya ihtiyaçları vardır ve belki de bazen "çiftdüşün" uygulayarak kendimize bazı şeyleri kabul ettiriyoruzdur. İnanmaya ihtiyacımız olduğu zamanlarda ya da işimize geldiği zamanlarda sadece düşünmek istediğimiz durumu destekleyen tarafları görür ve ne kadar önemli olurlarsa olsunlar olumsuz tarafları görmeyiz. En basitinden sevdiğimiz birinin bize yalan söylemediğini düşünmek istersek kolayca kanıtları görmezden gelebiliriz.  Bunu bugünün siyasetinde de yapıyoruz. 
    George Orwell'in distopyasında insanlar "2 + 2"nin 5 olduğuna inanmak zorundalar çünkü aksi düşünülemeyecek halde. Hiçbiri de "2 + 2" nin 5 etmediğini bilmiyor çünkü eğer olmasaydı bunu Parti'nin söylemesi gerekirdi."Parti'nin söylemediği her şey yanlıştır." Bu distopyada kimse bağımsız bir şey düşünemez ve her şeyin söylenmesi gerekir. İrade ortadan kaldırılmıştır. 
    George Orwell aslında gerek "Hayvan Çiftliği"nde gerek "1984"te gerekse de diğer eserlerinde insanlığa uyarılarda bulunmuştur aslında. Bunu fark etmek için gerçekten Parti gibi diktatör bir yönetimin çıkması mı gerekir? Bu eserden kendimizi kandırmamak, her şeyi sorgusuz sualsiz kabul etmemek gibi dersler çıkarmamız gerekmez mi?
    

    "Bellek Deliği"

    Winston'un "Gerçek Bakanlığı"ndaki odasına basınçlı borulardan gelen tüplerde "güncellenmesi" gereken belgeler yer alır. Bu belgelerde Parti tarafından öngörülemeyen durumlar veya Parti'nin söylediği yalanlar bulunur. Bu kanıtlar kimsenin aksini iddia edemeyeceği şekilde yok edilir ve yerine yenileri basılır. Parti'nin yalanlarını ortaya koyan her türlü belge "Bellek Deliği"ne atılarak bakanlığın karanlık yerlerinde yakılarak yok edilir. 
    Çiftdüşünün temeli de aslında Parti'nin aleyhinde herhangi bir şeyi kafamızın derinliklerinde yakıp yok etmektir. Bunu başarılı bir şekilde yapanlar yok ettikleri bilgiyi bir daha hatırlayamaz hale gelirler."İnsan kendi belleği dışında hiçbir kayıt kalmayınca, en belirgin gerçeği bile nasıl kanıtlayabilir ki?" Çiftdüşün tekniğini başarılı bir şekilde uygulayamayarak gerçekleri gören azınlığın belleği "101 Numaralı Oda"daki "işlemler" sayesinde temizlediğinde ve toplumun ve bireyin belleğinden hiçbir şey kalmadığında tarihin Parti'nin dediğinin dışında bir şey olması mümkün müdür? 
    Bakanlıkta sürekli Parti için veri "güncelleyen" insanlar bile yaptıklarının yanlış olduğunu kavrayamıyorlar. Bunun için de tabi ki de "çiftdüşün"ü çok başarılı uygulamak gerekir. 

    "Yenisöylem"

    "Yenisöylem"in temelinde "düşüncesuçu"nu önlemek vardır. Amaç düşünceyi kısıtlamaktır. Kimse her istediğini düşünememektedir çünkü bu riskli olabilir. Bu yeni dilin birkaç kuşak sonra tamamen kabul edileceği düşünülmektedir ve bu gerçekleştiği zaman "düşüncesuçu" da ortadan kalakcaktır.
    Genellikle kısaltmalar kullanılır ve genellikle anlam da bu şekilde sığlaşır. 
    Dilin temelinde sözcük sayısını olabildiğince azaltmak vardır çünkü kelime zenginliği düşünce faaliyetini artırır ki bu ilerleyen zamanlarda Parti'nin sonu olabilecek bir felakettir. Bazı "eskisöylem" sözcüklerinin ise anlamı daraltılır. Örneğin "özgür" kelimesini bir kişinin parkta istediği gibi dolaşabilmekte özgür olması anlamında kullanabilirken düşüncelerini kimseden korkmaksızın ifade edebilmesi anlamında kullanamazsınız. Bu örnekler kitapta da veriliyor ama yine de bunları tekrardan görmek daha iyi kavramamızı sağlayabildiği için tekrar yazıyorum. 
                                                      

    "Buharlaştırılmak"

    Aykırı düşünenin acımasızca ve ansızın ortadan kaldırılması "buharlaştırılma"dır. Tele-ekranlar tarafından her an izlendiğiniz yaşamınızda özgürce partiye karşı kafanızda oluşan bir düşünce anında tespit edilir ve yok edilirsiniz. Aykırı düşünmek kuşkusuz bir suçtur. buna "düşüncesuçu" denir. Tele-ekranlar her an sizi gözetlemektedir ve kötü bir şey düşündüğünüzü iade edebilecek herhangi bir mimik bile ortadan kaldırılmanız için yeterli bir sebeptir. Sırtınız dönükken bile aykırı bir şey düşündüğünüzde sırtınızda kısa süreli küçük bir kasılma sizi ele verebilir ve ansızın herhangi bir gece buharlaştırılabilirsiniz. 
    "Yenisöylem"de de amaç "düşüncesuçu"na neden olabilecek kelimeleri ortadan kaldırmaktır. Çünkü bir şeyi düşünmenizi sağlayacak kelime olmadığı zaman o şeyi yapmayı bırakın, aklınıza bile getiremezsiniz. Zaten içgüdüleriniz çoktan yok edilmiştir bile...
    "Buharlaştırılmak" sadece öldürülmek değildir. Biri buharlaştırıldığında kimse onu hatırlamaz ve o kişinin bir zamanlar var olduğunu gösteren maddi hiçbir şey ortada bırakılmaz. E bu kanıtlar da yok edildiğine ve kimse onu hatırlamadığına göre bu kişi hiç var olmamış demektir.
    "İnsanoğlunun bilincinde olmadığı hiçbir şey var olamaz"

    "İçgüdü" Kavramı

     Bu konu başlı başına bir roman konusu ama kısacası Parti özgürlüğü kısıtlamak için aşk, cinsellik, aile bireylerinin birbirleri için duydukları koşulsuz sevgi gibi tehlikeli içgüdüleri bastırmak istemektedir. Çocuklar artık ailelerince tehlikeli görülmektedir ve güven duygusu yok edilmiştir. Parti tek kabul edilebilir duygunun nefret olduğuna inanır çünkü "nefret" sayesinde çalışmaya devam edebilir ve Parti'ye hizmet edebilirsiniz. 

    "Savaş"

    Savaş hakkındaki yorumlar gerçekten inanılmazdı. Savaşın emeklerin yok edilmesi için tek yol olması ve hem de bu yöntemle halkın harekete geçirilmesi, saatlerce sorgulamaksızın çalıştırılması ve yine bu şekille nefret duygusunun ayakta kalması savaşmayı devletin temel amacı haline getirmiştir. Bu distopik dünyadaki üç büyük otoritenin de mutlak zafer veya yenilgi olmaksızın savaşmasının nedeni az önce saydığımız nedenlerdir. 
    Eğer sonsuz bir savaş olmazsa boş zaman ortaya çıkar ve bu boş zamanda yapılan işler alt ve orta kesimlerin gelişmesine neden olur. Bu durumda sosyal denge de değişir ve orta kesim iktidarı ele geçirir. Bu durumun önlenmesi için daha iyisi düşünülememesini sağlamak Parti'nin görevidir. İktidara ancak bu şekilde tutunulabilir. Üretim arttıkça tüketim de arttırılmalıdır ama tüketim mallarının halk arasında yaygın olması ve halkın refah seviyesinin yükselmesi tehlikelidir. Bu nedenle üretilen her şey yok edilmelidir. Sorgusul sualsiz yok oluşu da "savaş" sağlar. Herkes iyi bir amaç için çalıştığını düşünür ve giyecek ayakkabıları bile yokken gururla bir hiç için durmadan dinlenmeden çalışır.
    

    Ne Düşündüğümüzü Kim Kontrol Eder? 

    Winston ve Julia, Mr. Charrington'un dükkanındaki odalarında yakalandıktan sonra "Sevgi Bakanlığı"nda aykırı düşüncelerinden temizlenirken önce düşüncelerinin değiştirildiğini ve böylece rejime karşı gelen bir kahraman değil de bir zavallı olarak öldürüldüklerini öğrendik. 
    Winston salıverilmişti ve günlük hayatına devam ediyordu. Gördüğü o kadar işkence sonrasında ondan "Büyük Birader'i sevmesi" istenmişti. Winston da o son ölüm anına kadar onu sevdiğine düşünmeye çalışacağını ve ölmeden hemen önce içindeki gerçek nefreti ortaya çıkararak "Büyük Birader'den nefret eden bir adam olarak özgürce ölmek istediğini" söylemişti kendine. Nefretle dolu bir adam olarak ölmek fikri onun için bir rüya gibiydi. 
    Bir gün barda oturmuş heyecanla tele-ekrandan gelecek savaş haberlerini beklerken içi içini yiyerek zaferin nasıl kazanılabileceğini planlamış ve sonunda mutlu haberi alınca da kendinden geçerek zafer naraları atmıştı. Büyük Birader'i ne kadar sevdiğini fark etmiş ve içi büyük bir sevgiyle dolmuştu. Yani nefret dolu ölme planı başarılı olamamıştı. 
    Bunun nasıl olabileceğini uzun uzun düşündüm. Hala aklıma yatan bir cevap bulmuş da değilim açıkçası. Bir insan nasıl olabilir de kendi isteği ve mantığı dışında birini zorla sevebilir ki? O kadar işkence ve baskı altında akıl sağlığını kaybetmiş olması mümkün tabii. Bu şekilde koca bir halkın düşüncelerinin yönlendirilmesi nasıl mümkün olabilir, böyle bir hayat nasıl yaşanır? Kötü şartlarda olsa bile zorlukla hayatta kalmayı başarsak bile istediğimizi düşünemedikten sonra yaşamak yaşamak mıdır? 
    Tabi istediğini düşünemeyen, hatta kendiliğinden hiçbir şey düşünemeyen bir toplumun az önce söylediklerimi düşünmesi de imkansız tabi. Belki de istediğini düşünemeden yaşamanın anlamsız olduğunu şimdi düşünüyorum ama o şartlarda, o baskı altında olsam Winston veya Julia'dan farklı bir şey yapabilir miyim bilemiyorum. Bu kitapta öyle gördüm ki asla yapmam veya kesin yaparım demek hiç de kolay değil. Hayat ne gösterirse o yola giriyoruz ve gelecekte neler olacağı hiç mi hiç belli değil. Karakterimizi belirleyen ve kendimizden emin olduğumuz herhangi bir şey her an değişebilir. 
    Ama bu kitabı okuduğumda kendime olan güvenimi kaybettiğimi de söylemiyorum. Anladım ki sorunlar karşısında ne koşulda olursa olsun kendin kalmak gerekiyor. Olaylara objektif yaklaşmak gerekir ki çiftdüşün yapmayalım. Bazen zor olsa bile her şeyi olanca gerçekliğiyle göz önünde bulundurmak gerekir. Ve ne olursa olsun kendin olmak ve ne istersen düşünebilmek veya hissedebilmek kıymetini bilmediğimiz bir özgürlük. 
    Fark edebileceğiniz gibi cevabını bulamadığım çok soru var. Düşüncelerinizi yorumlarda paylaşırsanız çok sevinirim. 
    Başka yazılarda görüşmek üzere...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Karalama 1

  10.08.2014 Evim. Sonunda… Her gün hiç bitmeyecekmiş gibi. Ama evime geldiğimde hiç yaşamamışım sanki. Bunu da her gün söylüyorum değil mi? Bütün gün eğilmesin diye çubuklara bağlanan ağaçlarmışçasına zavallıca dimdik dolaşıyorum. Takım elbisem buruşmasın diye oturup kalkarken dikkat ediyorum. Kalabalık sofralarda herkese laf yetiştirirken bir de üstüme dökmemek için çabalıyorum. Aman Allah’ım, rezaleti düşünebiliyor musun? Gerçekten zavallı bir durum insanlığın bu hali. Herkes birbirine gereksiz şakalar yapıyor. Allah’ım ne kadar nefret ediyorum kendimden şakalarına gülerken. Eskimiş kelime oyunlarını dönüp dönüp aynı çevrelerde pazarlıyorlar. İkiyüzlü bir insanım bunlara güldüğüm için. Hiç belli etmiyorum ama, fevkalade bir yalancıyım ben. Bugün birini işe aldım. Heyecanlı, tecrübesiz, şaşkın bir genç. İlkelerinden ne kadar da komik bahsediyor. İş hayatında birbirlerinin arkasından iş çeviren, affıma sığınarak, terbiyesiz insanlar tanımış. Ciddi bir suratla ona hak verirken iç

Korkuyu Beklerken Kitap Tanıtımı ve İncelemesi

 Korkuyu Beklerken Yazar: Oğuz Atay Yayın Tarihi: 1975 Tür: Öykü Derlemesi Sayfa Sayısı: 196 Kısa Tarihi:     Beyaz Mantolu Adam, Unutulan, Korkuyu Beklerken, Bir Mektup, Ne Evet Ne Hayır, Tahta At, Babama Mektup ve Demiryolu Hikayecileri olmak üzere sekiz hikayeden oluşan bir derleme kitabıdır. İlk romanı Tutunamayanlar ile ses getiren Oğuz Atay'ın öyküleri de romanlarından geri kalmıyor. Her bir hikaye derinliği, zenginliği ve eşsiz dili ile insanı alıp götürüyor. Nereye mi? Her yere. Zaman zaman zihnimizin çatı katına, bazen adı unutulmuş bir demiryoluna, bazense bir cami avlusuna dilenmeye... Kitaba da adını veren hikaye Korkuyu Beklerken 'in gizli mezhep muzdaribi kahramanı kadar korkak, umutsuz ama inatçı bir aşık kadar saplantılı oluveriyoruz kitabı okurken. Sayısız türde sayısız canlandırma ve uyarlamalara konuk olan bu hikayeler hakkında hadi biraz daha ayrıntılara geçelim. Kitabın Konusu:     Her hikayede ayrı bir olay örgüsü var. Ancak kitabın genelinde bir kafa ka

Buz Adam Ötzi

             Buz Adam Ötzi Hakkında Her Şey                                                                                   Buz Adam Ötzi Kimdir? Buz adam Ötzi 19 Eylül 1991’dedağcılar tarafından bulunmuştur. Öncesinde ölü bir dağcı sanılsa da kurtarma operasyonlarının 23 Eylül tarihinde tamamen başarıya ulaşması sonucu günümüzden 5300 yıl önce Bakır Çağı’nda bedenini buzda donan tarihin en iyi korunan mumyalarından olduğu anlaşılmıştır.  Bilim insanları Ötzi üzerinde yaptıkları araştırmalarda nereli olduğuna, neden öldüğüne, geçirdiği hastalıklara, yediği son yemeğine, yanında bulundurduğu eşyalara ve vücudundaki dövmelere bakarak yaşadığı dönemin sosyal ve kültürel özelliklerine ulaşabilmektedirler.  Ötzi ismini bulunduğu vadiden almıştır(Ötzal Alpleri). Buz Adam Ötzi Nasıl Bulundu? Günümüzden 20 yıl önce Avusturya-İtalya sınırında Alp Dağları’nda yürüyüşe çıkan iki Alman turist, son zirveye de çıktıktan sonra daha kestirme bir yerden dönmek isterler. Buz halindeki bir dere yata