Ana içeriğe atla

Gurur ve Önyargı Kitap Tanıtımı ve İncelemesi

 Gurur ve Önyargı 

Yazar: Jane Austen
Yayın Tarihi: 28 Ocak 1813
Tür: Aşk Romanı
Orijinal Adı: Pride and Prejudice
Çeviri: Hamdi Koç
Sayfa Sayısı: 393
Tahmini Okuma Süresi: 6 dk

    Her incelememde "kısa tarih" paylaşsam da bu yazımda yok. Çünkü bu incelemeyi yazmadan önce bu kitapla ilgili herhangi birinin yorumundan etkilenmek istemedim. 
    Uzun bir inceleme oldu. Üşenip de okumazsınız belki ama en azından en sonda ünlemin altından kısa yeri okumanız benim için çok önemli. Hadi başalyalım o zaman. 

Kitabın Konusu: 

    Bennet ailesi, beş kız çocuk, bir anne ve bir babadan oluşan orta gelirli bir ailedir. 18. yüzyılda geçen bu hikaye ailenin kızlarının evlilik serüvenlerini anlatır denebilir. Bir hanımefendiden beklenen müzikle ve dansla ilgilenmesi, nakış dikmesi ve çok da geç olmadan evlenmesidir. 
    Bir gün Netherfield'a taşınan Mr. Bingley isimli hayli zengin bekar bir adam, civardaki ailelerin dikkatini üzerine toplar. Ziyaretlere gidilir, balolara katılınır ve danslar edilir. En büyük Miss Bennet, Jane Bennet, bu genç adamın dikkatini çeker ve sık sık görüşülmeye başlanır. Hatta Jane bir gün Netherfield'a giderken hastalanır ve onu ziyarete gelip geri gidemeyen küçük kardeşi Elizabeth ile bir süre onlara misafir olurlar. Mr. Bingley, Netherfield'da kız kardeşleri ve bir dostu olan Mr. Darcy ile kalmaktadır. Mr. Darcy kısa sürede etraftakilerce sevilmeyen, hatta Elizabeth Bennet'ın güzellini hor görerek onu incitmiş bir adam olmuştur. Olaylar gelişir, konuşulan tek şey bu insanlar olur. Beklenmeyen olaylar ve açığa çıkan sırlar sonucunda işler tam aksi yönde akmaya başlar. Okuyucu da o kadar olayın içinde yaşıyor ki aramızda daha okumamışlar varsa bu keyfi bozmak istemediğimden burada bu bölümü bitiriyorum.

BU BÖLÜMDEN İTİBAREN KİTABIN SONUYLA İLGİLİ BİLGİLER VARDIR. KİTABI OKUMADIYSANIZ DEVAM ETMEYİN!

    Bu kitabın filmi de var bildiğiniz üzere. Kısa zamanda onu da izleyip blogta değerlendireceğim o yüzden özellikle karakterler kısmında fotoğraf koymaktan kaçınıyorum. 

 Karakterler:

Elizabeth Bennet: Ailenin ikinci kızıdır. Babasının favorisidir çünkü babası onun zeki bir kız olduğunu düşünür. Diğer kardeşleri gibi değildir çünkü herkese kapılmaz. Çoğu zaman cüretkar tavırları kendine hayran bıraksa da bazen de ileri gidebilmektedir. Piyano çalmayı bilen, nakış dikebilen, kısacası sadece birkaç özelliğiyle sıradanlıktan ayrılabilimiş bir genç kızdır. 

Jane Bennet: Bennet kardeşlerin en büyüğüdür. Nazik ve gönlübol bir insan olarak bahsedilir hep. Ama çoğu kitabın çoğu karakterinin aksine sadece lafta kalmamış, çok ama çok güzel işlenmiş karakteri. Diyebilirim ki o sevgisini kalbimde hisettim. Her zaman çok nazik, insanların içindeki iyiliği gören ve hatta abartan, her zaman yardım etmek isteyen fedakar bir abladır. Bazen bu iyi özellikleri ona çok yük olabilir ve kardeşi Elizabeth dışında pek kimseyle dertleşmez. Elizabeth için de aynı şeyi söyleyebiliriz. 

Mary Bennet: Ailenin ortanca kızı Mary ablaları ve küçük kardeşlerinin arasında kalmış, pek bir öne çıkan özelliği olmadığı için kendini kitaplara ve öğrenime vermiş bir kızdır. Kendini göstermenin en iyi yolunun bu olacağını düşünmüş. Açıkçası ben buna içten içe çok kızdım. Evet o dönem gerçekten böyleydi ama zaten kitabın sonunda kardeşleri evden ayrılınca onun da her kız gibi annesine yardım edip sosyeteye karıştığını okuduk. Bu beni çok üzdü çünkü hep silik bir karakterdi ve o dönemde bir kızın okumasının normal şartlarda ne kadar gereksiz olduğunu çok ağır hissettirdi bana.

Catherine, Kitty, Bennet: Ailenin dördüncü çocuğudur. Lydia'dan çok etkilenir ve onun gibi orada burada dolaşıp, tam anlamıyla hiçbir şey yapmamayı öğrenir. Ama yine kitabın sonunda gördüğümüz gibi onu kurtarmayı başarmışlar.

Lydia Bennet: Ailenin en küçük kızı Lydia tam olarak ailenin yüz karasıdır. Her ne kadar annesinin favorisi, ilk evlenen evlat olsa da ben de pek sevmedim kendisini. Aklı fikri subaylarda bu kız gerçekten de çok bela açtı Bennetler'in başına. 

Mrs. Bennet: Bennet ailesinin annesi Mrs. Bennet aslında kızlarını seven ama bunu çok yanlış yapan bir annedir. Hayattan tek istediği kızlarını evlendirmektir. Onun dışında da, zenginlik göstergesi olabilecek her şeyin peşindedir.

Mr. Bennet: Ailenin babası Mr. Bennet en çok kızı Elizabeth'i sever çünkü onun zeki olduğunu düşünmektedir. Evlendiği kadınla hiç mutlu olmamıştır ama güzelliğine aldanıp evlendiğini söyler. Esprili (!) bir yapısı vardır. Gerçekten bu adamın da hiç iyi bir yol izlediğini düşünmüyorum ama genele bakıldığında aklı başında denebilecek bir adam diyebiliriz.

Mr. Bingley: Netherfield'e taşınarak ortalığı bir hayli ayağa kaldıran bu genç ve zengin beyefendi, kızların rüyası olmuş ve kendi kalbini de Jane Bennet'e kaptırmıştır. Aşkları zorluklardan geçse de sonları beni çok memnun etti. Buna rağmen heyecanla takipettiğim bir karakter değildir kendisi. (Gerçi şehre gittiği zaman adını çok aradım sayfalarda :) )

Mrs. Bingley: Mr. Bingley'in ablasıdır. Jane ile kavuşmamaları için Mr. Darcy ile ne entrikalar çevirdi!

Mrs. Hurst: O da Mr. Bingley'in bir ablasıdır. Mr. Hurst ile evlenmiş ancak varsa bile hikaye boyunca bir ağırlığını veya olaylara etkisini söyleyemeyeceğim. 

Fitzwilliam Darcy: Kendisi hakkında çok karışık duygular beslediğim bir karakter. Kendisi kesinlikle gururlu, ukala ve epey bir zengin biridir. Çoğunlukla babasından kalan servetinin üzerine eklemiş başarılı bir iş adamıdır. İlk zamanlarda Elizabeth'e kötü davranmış da olsa şaşılmadık bir şekilde ona aşık olmuştur. Kendisi her ne kadar kültürlü ve engin görüşlü bir insan olarak anlatılmış, haklı bir gurura sahip olsa da bazen söyledikleri beni tam anlamıyla çıldırttı. Bu konulara daha sonra değineceğim. Kısacasa Mr. Darcy, iyi dostu Mr. Bingley ile Netherfield'a gelmiş, çevrenin de karışık tepki ve duygularına maruz kalmış baş karakterlerden biridir. 

Georgiana Darcy: Mr. Darcy'nin kız kardeşi Georgiana on beş yaşlarında genç bir kızdır. Abisini çok sever ama bir dönem Wickham tarafından kafası karıştırılmıştır. 

George Wickham: Meryton'da genç bir subay olan Mr. Wicham öncelikle herkesin beğenisini kazanmış bir karakter. Kitaba dahil olduğu andan itibaren kendisini tanımadığı kişilere, Elizabeth'e, dahi mağdur göstermekten çekinmemiş, sonrasında bir dolandırıcı olduğu ortaya çıkmıştır. Gerçi bence yine o kadar şaşırtıcı bir gelişme değildi bu. 

Mr. Collins: Bu adam hakkında okuduğum her cümlede onun için utandım diyebilirim. Özellikle sonlarda... Bu adam Bennetler'in ipotekli evlerine konacak şanslı kuzen. Aklında çok mantıklı olduğunu düşündüğü ikili bir çıkar ilişkisi ile Bennetler'i ziyarete geliyor ve Miss Bennetler'den biriyle evlenmek istiyor. Gerçi hangisi olduğuna karar vermemiş. En büyük olması nedeniyle de güzelim Jane'i kendine uygun görse de o sıralarda Jane'in Mr. Bingley'le evleneceği düşünüldüğü için kararı değişiyor rahip beyefendinin. Sonrasında birkaç hafta içinde Elizabeth'e evlilik teklifinden de hiç çekinmiyor! Net bir şekilde reddedildikten sonra da Elizabeth'in en yakın arkadaşıyla çat diye evlenmesin mi! Bence Mr. Collins'e karşı tavrımı gayet belli ettim.

Charlotte Lucas: Mr. Collins'in evlendiği, Elizabeth'in en yakın arkadaşı olarak bildiğimiz hanımefendi de Charlotte Lucas. Başlarda Mr. Collins'i sadece idare ediyor olsa da böyle bir karar vermesi beni çok şaşırttı. Sonrasında da istediği ev ve aile düzenine üstün bir sabır eşliğinde kavuştu ama, ne diyelim artık...

    Daha fazla yan karakteri tanıtmaya gerek duymuyorum ama başkaları hakkında görüşlerinizi yorumlarda tartışabiliriz. 

Altını Çizdiğim Yerler:

  • "Gurur, bence çok yaygın bir kusurdur." (sf.20)
  • "Kurnazlığa yakın her şey basitliktir." (sf.42)
  • "Katı kincilik karakterdeki bir gölgedir." (sf.61)
  • "Kendi becerime karar vermek bana düşmez." (sf.96)
  • "Erkeklerde ya da karı koca bağlarıyla ilgili büyük hayaller kurmadan, evliliği her zaman amaç edinmişti;evlilik ufak bir çeyizi olan iyi eğitimli genç kadınlar için tek onurlu çözümdü ve mutluluk garantisi olmasa bile yokluktan en makul korunma yolları olmalıydı." (sf.127) -Charlotte Lucas 
  • "Sık sık kendi kibrimizden başka bir şey değildir bizi aldatan." (sf.142)
  • "...ama dünyada bazı insanların sandığı kadar çok plan olduğunu düşünmüyorum." (sf.142)
  • "Etrafa kayıtsızlaşmak aşkın özü değil midir?" (sf.147)
  • "Düşünceye dalmak yalnız saatler için ayrılmalıdır..." (sf.217)
  • "Sonuçta, daha önce de birkaç kez gördüğü gibi, sabırsız bir arzuyla bekleyedurduğu bir olayın, gerçekleştiğinde, Elizabeth'in kendisine vaat ettiği sevinci getirmediğini gördü. Gerçek mutluluğun başlaması için başka bir tarih vermek gerekecekti, dilek ve umutlarının gerçekleşebileceği başka bir umut noktası ve bir kez daha beklentinin zevkini duya duya avutacaktı kendini şimdilik ve bir başka hayal kırıklığı için hazırlanacaktı." (sf.241)
  • "Akıl vermeyi hepimiz severiz, ama sadece bilmeyi değmeyecek şeyleri öğretmeyi becerebilir." (sf.346)
  • "Geçmişin sadece hatırlamaktan zevk aldığınız kadarını düşünün." (sf.373) -Elizabeth'in Felsefesi

    Şimdi kitapta işlenen genel konular hakkındaki düşüncelerime geldik. 

"...evlilik ufak bir çeyizi olan iyi eğitimli genç kadınlar için tek onurlu çözümdü..."

    Evet bu yukarıda da alıntısını verdiğim, kitapta geçen bir cümle. Her şeyi de söylüyor zaten. Bir hanımefendiden beklenen müzikle ve dansla ilgilenmesi, nakış dikmesi ve çok da geç olmadan evlenmesidir. Bir kadın doğar, büyür ve evlenir. Hatta büyümeden de evlenir! 
    Kitap zaten böyle bir dönemde geçiyor. Yani bu eleştirilebilecek bir şey niteliğinde değil. Dönem öyleymiş. Ama bu konseptte geçen konuşmalar beni resmen delirtti. Birazdan bu konuşmalardan daha derin bahsederiz. 

"Sık sık kendi kibrimizden başka bir şey değildir bizi aldatan."

    Yine bir alıntı çerçevesinde anlatayım düşüncelerimi. Bunu Jane söylüyor. Doğru da söylüyor. Herkes için geçerli olabilecek bir şey bu. Hemen hemen herkes daha iyisini hak ettiğini söyler durur zaten. Doğru belki, çoğu insan hayatta bulunduğu konumdan veya çevresindeki insanlardan daha iyilerini hak ediyor. Ama bence bunu sürekli belirtmek bu konu hakkında hiçbir şey yapmamamızın en büyük nedeni. Ne kadar çok söylersek o kadar düşüyoruz belki de, sahip olduklarımızı hak edecek seviyeye kadar indiriyoruz kendimizi fikrimizde. İşte bu kötü! 
    Ama bir yandan da kendini böyle diyerek kandıranlar var. Kafasında kurduğu şeyler etrafında yaşayan bir sürü insan... Bunu herhangi psikolojik rahatsızlık olacak şekilde söylemiyorum. Daha az miktarlarda da olsa bu herkese oluyor. Günlük hayatta çok fazla şey varsayıyoruz. Üst üste o kadar şey var sayıyoruz ki gerçekten olabildiğince uzaklaşıyoruz. İşimize gelmiyor çünkü! E biz de haklıyız!
    Belki kitapla doğrudan ilişkili değil ama uzun zamandır düşündüğüm bir şey. Geçmişi keşkelerle doldurmanın bir anlamı yok. 

"Kendi becerime karar vermek bana düşmez." 

    Bence bu alıntı da 21. yüzyılın kanayan yaralarından biri. Kendimizi tanımlamakla çok vakit kaybediyor ve bunu çoğunlukla yanlış yapıyoruz. 

"...ama dünyada bazı insanların sandığı kadar çok plan olduğunu düşünmüyorum." 

    Jane yine bilgeliğini konuşturmuş bu cümleyle. Hem haklı hem haksız olduğunu düşündüm. Yaşanan her şey kasıtlı olarak planlanmasa da insanların içinde kalan ufak tefek şeylerin birikerek açığa çıkması sonucu yaşanıyor. Ama bazen de tesadüflere çok anlam yükleniyor. Günlük bir olayın veya diyaloğun üstünde saatlerce hatta günlerce düşünülüyor. Dünya çok karışık bir yer gerçekten.

Mutluluğu Erteleme Hastalığı

    Yukarıda sarı ile öne çıkarıdığım alıntı bu kitabın bana kattığı en iyi bakış açılarından biri. Kimsenin şimdiye kadar bilmediği bir şey dendiği yok. Ama kelimelere o kadar güzel ve açık aktarılmış ki... İnsan şaşırıyor biri daha önce niye bunu çıkıp böyle açık açık söylemedi diye. Niye mutlu olmamız için öncesinde büyük bir dönüm noktasının yaşanması gerekiyor. Bu insanların üniversiteye girerim rahat ederim, olmayınca, mezun olunca işleri yoluna koyarım, o da olmayınca, iş bulunca her şey çok güzel olacak deyip deyip asla istediği mutluluğa ulaşamaması işte. Erteleye erteleye insanlar emekli oluyor, torun torbaya karışıyor ve hayatlar sönüp gidiyor. Geriye dönip bakıldığında ise koşuşturmaca içinde rahatlamak için yapılan küçük aktivitelerin verdiği geçici hoşnutluk kalıyor.
    Konudan uzaklaştım ama şöyle toparlayayım. Kendimizi avutmaya veya mutluluk için şart getirmemize gerek yok. Sürecin tadını çıkarmak lazım. Sonucu değil süreci sevmediğimiz sürece ulaşamadığımız hedefler bize mutluluk getiremez. 

"Akıl vermeyi hepimiz severiz, ama sadece bilmeyi değmeyecek şeyleri öğretmeyi becerebilir."

    Ben kendim de çok tavsiye veren bir insanım. Doğrusu verdiğim hiçbir tavsiye herhangi bir zaman işe yaramış mıdır onu da bilmiyorum. Tavsiye vermeyi sevmemin nedeni belirli durumlar üzerinde sesli değerlendirme yapmanın düşüncelerimi düzenlemesi ve kenime sürekli bir şeyler katıyor olmam. Ama gerçekten bir noktada karşıdaki kişiye söylenen her şey onun için anlamını yitiriyor. 
    Tavsiye alan biriyseniz de durum aynı. Herkes aynı şeyi söylüyor belki de. Konuşurken aklınızda esip geçen sınırsız sayıda fikir veya çözümden geriye kalansa yine sizsinizdir. Ne kadar tartışılsa, beyin fırtınaları yapılsa da gerçek sonuca götüren şey insanın kendi özüdür bence ve insan sorunu da çözümü de kendi içinde aramadıkça işler arapsaçına döner. Bazı şeyler insanın içinde tek başına çözülmelidir. Hatta her şey. Bir şeye karar verirken çevreden alınan yardım haddinden fazlaysa kişi kendinden kaybediyor bence. Olgunlaşmak için yalnız kalmak ve biraz da aklına ne eserse onu yapmak gerekir diye düşünüyorum. 
    Yani bir kişi başka br kişiye sadece bilmeye değmeyecek şeyleri öğretebilir. Büyük değişiklikler veya kalıcı etkiler bırakacak her düşünce kişinin kendi içinden çıkmalıdır.

"Geçmişin sadece hatırlamaktan zevk aldığınız kadarını düşünün."

    Bu alıntıdan başka bir konuya geçeceğim ama önce şunu söylemeliyim. Bence böyle olmamalı. yoksa sürekli anlamsız bir değişim içinde oluruz. Değişim güzeldir - hatta 11. doktorun, Doctor Who, değişim hakkında söyledikleri hayatımı yönlendirirken asla aklımdan çıkarmadığım yegane şeydir- ama bilinçli yapmak gerekir. Eskiden kim olduğumuzu unutarak değişmemiz sadece bizi bir döngüye sokar ve acıları hatırlamak asla çoktan olduğumuzdan daha çok yaralanmamıza neden olmaz. 
    Yani kesinlikle katılmıyorum ama Elizabeth'e hemen hemen hiçbir konuda katılmadığım için çok da kurcalamıyorum. 

!

    Son alıntıdan şöyle önemli bir konuya atlamak istiyorum. Mr. Darcy kitabı okuyan herkesin ciddi anlamda hoşlandığı bir karakter. Ama bunun sürüye kapılıp gitmek olduğuna inanıyorum. Çünkü gerçekten tarafsız ve objektif okunduğunda sinir olmamak elde değil. Belki de sadece bana öyle gelmiştir okuduğum tonlamadan veya okuduğum anki düşüncelerden, bilemiyorum. Sadece Mr. Darcy'nin söyledği şeyi bırakıyorum buraya. Zaten bu yazı çok uzadı. Bu alıntı hakkındaki düşüncelerinini yorumlarda paylaşırsanız, tartışırsak çok çok mutlu olurum. Ben de kendi yorumumu yine yorumlara bırkıyorum. Umarım beğenmişsinizdir. Bir sonraki yazımızda görüşmek üzere.

"Böyle bir felsefeniz olduğuna inanamam. Sizin geçmişe bakışınız pişmanlık ihtimalinden öyle uzak ki o anılardan doğan huzur duygusu felsefe ile değil, daha da iyisi, bilgisizlikle açıklanabilir. "

"Ama bende öyle değil. Acı verici anılar kendilerini hep hatırlatıyorlar ve onları akıldan çıkarmak mümkün olmuyor, olmamalı."

Güncelleme!

    Bu kısmı eklemeden duramayacağım. Sizc de her şey hemencecik mutlu sona bağlanmadı mı. Elizabeth ve Mr. Darcy konuşup akıllrındaki soruları  giderirken o kısmı çok yapmacık buldum. Sanki sunucu olmuşlar da hikaye anlatıyor gibiydiler. Belki de molasız okuduğum için beni sıkan bir ana denk gelmiştir ama yine de şunu söyleyeyim: Bütün çatışmalı, sinir bozucu, duygusal, heyecanlı bölümlerin yanında, kitabın beğenmediğim tek kısmı bu kısım oldu. Sanki "Eee, bu çok uzadı hadi artık!" demiş Jane Austen da çat diye kapatmış gibiydi. Bu konuda düşüncelerinizi de yoruma yazarsanız ne güzel olur. 

Yorumlar

  1. Kitap okumaktan nefret eden biri olarak kitaplara bakış açımi değiştirdiniz teşekürler

    YanıtlaSil
  2. Hatice Aksa Şahin15 Şubat 2021 07:19

    Gerçekten güzel bir inceleme olmuş.
    Kendi yorumlarını ki romandaki karakterlerin söylediklerinin aleyhinde olsa söylemen ve severek yazman beni mutlu etti. Ben de kendi yorumumu belirticek olursam bence insan geçmişi ister istemez düşünür . İyi olsun kötü olsun . Ve bu alıntıyı ekliyorum."Geçmişten pişmanlık duymayı ve gelecekten korkmayı bırakın,sahip olduğunuz tek şey bugün".
    Tadını çıkarın. Hatırlamaya değer kılın.
    Francesc Miralles
    Ikigai - Japonların Uzun ve Mutlu Yaşam Sırrı :) sevgiler ve başarılar dilerim

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim. Peki Mr. Darcy'nin sonda verdiğim sözleri hakkında ne düşünüyorsun? Bütün kitapta en çok ilgimi çeken o kısımdı benim.

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Karalama 1

  10.08.2014 Evim. Sonunda… Her gün hiç bitmeyecekmiş gibi. Ama evime geldiğimde hiç yaşamamışım sanki. Bunu da her gün söylüyorum değil mi? Bütün gün eğilmesin diye çubuklara bağlanan ağaçlarmışçasına zavallıca dimdik dolaşıyorum. Takım elbisem buruşmasın diye oturup kalkarken dikkat ediyorum. Kalabalık sofralarda herkese laf yetiştirirken bir de üstüme dökmemek için çabalıyorum. Aman Allah’ım, rezaleti düşünebiliyor musun? Gerçekten zavallı bir durum insanlığın bu hali. Herkes birbirine gereksiz şakalar yapıyor. Allah’ım ne kadar nefret ediyorum kendimden şakalarına gülerken. Eskimiş kelime oyunlarını dönüp dönüp aynı çevrelerde pazarlıyorlar. İkiyüzlü bir insanım bunlara güldüğüm için. Hiç belli etmiyorum ama, fevkalade bir yalancıyım ben. Bugün birini işe aldım. Heyecanlı, tecrübesiz, şaşkın bir genç. İlkelerinden ne kadar da komik bahsediyor. İş hayatında birbirlerinin arkasından iş çeviren, affıma sığınarak, terbiyesiz insanlar tanımış. Ciddi bir suratla ona hak verirken iç

Korkuyu Beklerken Kitap Tanıtımı ve İncelemesi

 Korkuyu Beklerken Yazar: Oğuz Atay Yayın Tarihi: 1975 Tür: Öykü Derlemesi Sayfa Sayısı: 196 Kısa Tarihi:     Beyaz Mantolu Adam, Unutulan, Korkuyu Beklerken, Bir Mektup, Ne Evet Ne Hayır, Tahta At, Babama Mektup ve Demiryolu Hikayecileri olmak üzere sekiz hikayeden oluşan bir derleme kitabıdır. İlk romanı Tutunamayanlar ile ses getiren Oğuz Atay'ın öyküleri de romanlarından geri kalmıyor. Her bir hikaye derinliği, zenginliği ve eşsiz dili ile insanı alıp götürüyor. Nereye mi? Her yere. Zaman zaman zihnimizin çatı katına, bazen adı unutulmuş bir demiryoluna, bazense bir cami avlusuna dilenmeye... Kitaba da adını veren hikaye Korkuyu Beklerken 'in gizli mezhep muzdaribi kahramanı kadar korkak, umutsuz ama inatçı bir aşık kadar saplantılı oluveriyoruz kitabı okurken. Sayısız türde sayısız canlandırma ve uyarlamalara konuk olan bu hikayeler hakkında hadi biraz daha ayrıntılara geçelim. Kitabın Konusu:     Her hikayede ayrı bir olay örgüsü var. Ancak kitabın genelinde bir kafa ka

Buz Adam Ötzi

             Buz Adam Ötzi Hakkında Her Şey                                                                                   Buz Adam Ötzi Kimdir? Buz adam Ötzi 19 Eylül 1991’dedağcılar tarafından bulunmuştur. Öncesinde ölü bir dağcı sanılsa da kurtarma operasyonlarının 23 Eylül tarihinde tamamen başarıya ulaşması sonucu günümüzden 5300 yıl önce Bakır Çağı’nda bedenini buzda donan tarihin en iyi korunan mumyalarından olduğu anlaşılmıştır.  Bilim insanları Ötzi üzerinde yaptıkları araştırmalarda nereli olduğuna, neden öldüğüne, geçirdiği hastalıklara, yediği son yemeğine, yanında bulundurduğu eşyalara ve vücudundaki dövmelere bakarak yaşadığı dönemin sosyal ve kültürel özelliklerine ulaşabilmektedirler.  Ötzi ismini bulunduğu vadiden almıştır(Ötzal Alpleri). Buz Adam Ötzi Nasıl Bulundu? Günümüzden 20 yıl önce Avusturya-İtalya sınırında Alp Dağları’nda yürüyüşe çıkan iki Alman turist, son zirveye de çıktıktan sonra daha kestirme bir yerden dönmek isterler. Buz halindeki bir dere yata